Op. Göz Dr. Mehmet Gürkan TATAR – Kontakt Lenslerin Tarihsel Gelişimi ve Modern Kullanımları

Kontakt lensler, refraksiyon kusurlarını düzeltmede kullanılan korneada yerleşmiş küçük ve görünürlüğü az olan yapımlardır. Kontakt lensler miyop, hipermetrop, astigmatizma ve presbiyopiyi (yakını görememe) düzeltmenin yanı sıra terapötik ve kozmetik amaçlı olarak da kullanılabilirler. Terapötik kullanımda; afaki (göz içi lens yokluğu), keratokonus (korneanın dışarıya koni şeklinde çıkıntı yapması) ve korneal ülserler gibi durumlarda uzun süreli kullanılan yumuşak lensler tercih edilmektedir. Kontakt lensler kozmetik açıdan da göz rengini değiştirerek ifade farklılığı sağlarlar, ayrıca oyuncular tarafından sahnede körlük, katarakt gibi etkiler yaratmak için kullanılmaktadırlar. Ayrıca kontakt lensler epitel üzerinde nemli bir yüzey oluşturarak kuru göz hastalıklarının tedavisinde de kullanılabilirler.
Tarihsel gelişimi içinde ilk olarak skleral lenslerden, daha sonraları ise korneal lenslerden bahsedilmektedir. Kontakt lenslerin temel fizik özelliklerini ilk ünlü bilim adamı Leonardo da Vinci’nin 1508 yılında kontak lens ve montaj ile ilgili “Codex of the Eye” adlı eserinde yaptığı çizimlerle tanımladığı bilinmektedir. Da Vinci’nin bu eseri Close Luce’de bulunan Leonardo Müzesi’nde sergilenmektedir. Ortaçağ döneminde görme problemlerini kontakt lens ile çözüm aramak çok etkileyici olsa da pratiğe dökmek pek mümkün olamamıştır. Modern kontakt lenslere ilham kaynağı olabilecek ilk fikirler bu dönemde atılmıştır.
Rene Descartes 1636 yılında kırma kusurunu düzeltmek amacıyla doğrudan kornea üzerine yerleştirilen sıvı dolu bir cam tüp tanımlamıştır. Sıvı dolu cam tüp objelerin önüne getirilerek objelerin büyük görünmesini sağlıyordu fakat bu mercek korneaya uygulanabilir durumda değildi.

Thomas Young adlı bir bilim adamı 1801’de, Descartes’ın düşüncesini pratiğe geçirerek, kontak lensin öncüsü sayılabilecek kornea yüzeyini nötralize eden “hidradiaskop” adını verdiği bir araç geliştirmiştir. Hidriadiaskop içi sıvıyla doldurulmuş bir göz kabıydı ve bu göz kabının temelinde bir göz merceği vardı ancak pratikte göze uygulanamadı. 1801 yılında kontakt lenslerin gözde kalabilmesi için ilk deneysel çalışmalar yapıldı. Bu çalışmalarda hayvan gözleri incelenerek jöle kıvamında sıvı kalıplar ile lenslerin gözde kalması planlandı.

 


1887 yılında Adolf Eugene Fick ve Eugene Kalt birbirlerinden bağımsız olarak insan gözüne takılabilen ilk kontakt lens tasarımlarını ortaya çıkarmışlardır. Alman psikoterapist Adolf Eugene Fick deneysel kontakt lens montajlarını ilk önce tavşanlar üzerinde gerçekleştirdi ve daha sonra birkaç gönüllü üzerinde denedi. Bu lensler üfleme yöntemi ile camdan üretilmişti. İlk göze takılan lenslerin çapı 18 mm ve 21 mm idi. Bu lensler göze baskı ve rahatsızlık hissi vermemesi için serum fizyolojik gibi sıvı çözeltiler ile takılabildi. Bu lensler tarihte ilk defa gözün şeklini alabilmişti. Fakat bu lensler ile kırma kusurları düzeltilememişti.

1888 yılında Agust Müller aynı üretim metodu olan cam üfleme ile skleral lensi tasarlayarak yüksek miyopi kırma kusurlarını düzeltebildi. Tarihte ilk kırma kusurunu düzelten lensi Agust Müller icat etmiştir.
1887’lerden 1930’lara kadar yaklaşık 45 yıl boyunca camdan yapılan kornea lensleri ağır olmaları ve santralizasyon güçlükleri nedeniyle yerlerini skleral lenslere bırakmıştır. 1930’lu yılların başında Amerika’da polimetil metekrilat (PMMA) adlı şeffaf plastiğin bulunması ile kontakt lenslerin gelişimi hızlandı. PMMA beyaz ışık geçirgenliği % 92 olan bir maddedir ve optik bakımdan mükemmel özellikler sahiptir. 1936 tarihinde optometrist William Feinbloom plastik ve camdan imal edilen bir kontakt lens geliştirdi. Önceki lenslere göre daha kullanışlı ve konforluydu.

1949 yılında PMMA malzemesinin bulunuşu ile daha önceki lenslere göre daha küçük olan bu lensler korneaya daha sorunsuz ve kusursuz bir şekilde monte edilebildi. Bu lensler torna tezgahlarında işlenerek istenen iç, dış çap ve kırma gücü değişkenleri ile üretilebilmiştir. Bu lensler gözde 16 saat kalabilmesine rağmen neredeyse oksijen geçirgenliği hiç yoktu. Bu durum göz sağlığı açısından çok tehlikeliydi. 1950-1960 tarihleri arasında PMMA’dan üretilen kontakt lensler çok pahalıydı ve satın alınması çok güçtü.
1970’li yıllara kadar kontakt lensler PMMA’dan üretiliyordu. PMMA kontakt lenslerin oksijen geçirgenliğinin az olması ve buna bağlı kornea problemlerinden dolayı bilim adamları yeni nesil kontakt lens çalışmalarına itti. 1974’de Norman Gaylord oksijen geçiren silikonu temel PMMA yapısı içine sokarak gaz geçirgen sert kontakt lensleri ortaya çıkarmıştır. Yeni geliştirilen gaz geçirgen lensler RGP ve ALP olarak tanımlandı. Bu lensler günümüzde de hala kullanılmaktadır. RGP ve PMMA lenslerin ikisi de sert lens olmasına rağmen temel farkı RGP lenslerin gaz geçirmesidir.

1961 yılında Çekya’da Otto Wichterle yumuşak hidrofilik plastikten imal edilmiş ilk yumuşak kontakt lensleri “Hydrophilic Gel for Biological Use” adındaki akademik çalışmasıyla bilim dünyasına tanıtmıştır. Dünya piyasalarına sunumu 1972 yılında başlamıştır. Bu lenslerin oksijen ve su geçirgenliği ve kullanımındaki rahatlıkları gibi önemli avantajlarının varlığı dikkat çekmiştir. Sonraki 25 yıl boyunca bu lensler geliştirildi ve oksijen geçirgenliği daha yüksek hale getirildi. Bir lensin oksijen geçirgenliği ne kadar yüksekse o kadar daha sağlıklı demekti.
Burada ilk kullan-at lensleri Michael Bay ve ekibi tarafından 1984’te geliştirilmiştir. Lens materyali konusunda Wichterle’nin 1960’lı yıllarda hidrojen lensi (hidroksi etil metakrilatı (HEMA)) geliştirmesinden sonraki en önemli gelişme; 1998 yılında uzun süreli kullanım için tasarlanmış silikon hidrojel lenslerin kullanıma sunulmasıdır. Silikonun maksimum seviyede oksijen geçirmesinden ötürü lensler artık bu materyalden üretilmeye başlandı. Bu sayede lensler gece yarısına kadar kullanılabiliyor ve gözü daha az rahatsız ediyordu. Silikon hidrojen lenslerin suyu fazla tutamaması ve lipit birikimlerinin fazla olması önemlidir. Bu lensler oksijeni yüksek seviyede korneaya geçirebilir. Silikon hidrojel lens içindeki silikon oranı arttıkça oksijen geçirgenliği artmasına rağmen lensin esnekliği, yumuşaklığı ve nemlenmesi azalmaktadır. Bu nedenle çok fazla oksijen geçirgenliği dezavantaj olarak karşımıza çıkabilir.


Gelecekte yeni inovatif lenslere küçük çipler yerleştirilerek ekran görüntülerini görmek (telefon, bilgisayar gibi) mümkün olacaktır veya glokom gibi kronik ilaç kullanılan hastalıklarda yavaş salınımlı ilaçlar kontak lenslere yerleştirilerek devamlı damla damlatmaktan hastalar kurtarılacaktır. 1500’lü yıllardan itibaren geliştirilen ve günümüze kadar gelen lenslerin gelişimi halen devam etmektedir. Kontakt lenslerin gelişimini ve değişimini merakla takip etmekteyiz.

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Subscribe to My Newsletter

Subscribe to my weekly newsletter. I don’t send any spam email ever!

Subscribe to My Newsletter

Subscribe to my weekly newsletter. I don’t send any spam email ever!