Oğlu Mustafa Kemal’in en kıymetlisi; Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusunun ve bir milletin annesi…
Zübeyde Hanım, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi olarak bilinir. Ancak onun da
kendi hayatı, mücadeleleri, başarıları ve kişiliği vardır.
Zübeyde Hanım, 1857 yılında Selanik yakınlarında bir köyde doğdu. Ailesi, Osmanlı’nın fetih
dönemlerinde Balkanlara yerleştirilen Yörük Türkmenlerindendi. Zübeyde Hanım, okuma
yazma bilen, akıllı, güzel ve geleneklerine bağlı bir kadındı.
Zübeyde Hanım, güçlü bir beden yapısına sahip olduğu gibi, GÜÇLÜ BİR İRADEye de sahipti.
Yeterince eğitim görmemiş, ama okuma yazmayı öğrenmişti. Annesine “Molla Hanım”
denildiği gibi, kendisine de “Zübeyde Molla” deniliyordu. Bu, “bilge” kişiliğini ifade eden bir
lakaptı. Muhafazakar, geleneklerine bağlı bir kadındı.
14 yaşında Selanik’te Gümrük Muhafaza Teşkilatında memur olan Ali Rıza Efendi ile evlendi.
Bu evlilikten altı çocuğu oldu. Ancak üçü küçük yaşta öldü. Zübeyde Hanım, çocuklarını
büyütürken, eşinin de 1888 yılında ölmesiyle büyük bir acı yaşadı. Kocası ölünce, çocuklarıyla
birlikte bir süre Lankaza’daki aile çitliğine kardeşlerinin yanına dönmüş, daha sonra kendisine
talip olan Ragıp Bey’le ikinci evliliğini yaptı.
Zübeyde Hanım, İNANÇLI bir kadındı. Ailesi de Hacı Sofu gibi dindar bir aileden gelmiştir.
Zübeyde Hanım, okuma yazma bilen, ancak okula gitmemiş bir kadındı. Dini eğitim almış,
Kur’an-ı Kerim okuyabilmiştir. Oğlu Mustafa Kemal’in hangi okula gideceği konusunda,
dini eğitim veren mahalle mektebine gitmesinde ısrarcı olmuştu. Ancak oğlunun laik ve
çağdaş bir eğitim almasına da saygı duymuştur.
Mustafa Kemal, askeri okullara girdiğinde, Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule ile birlikte
Selanik’te yaşamaya devam etti. Zübeyde Hanım Balkan Savaşları sırasında, Selanik’in
işgaliyle birlikte, İstanbul’a göç etmek zorunda kaldı. İstanbul’da Beşiktaş semtinde
Akaretler’de 76 numaralı eve yerleştiler. Kızı ile birlikte İstanbul’da yeni fakat sıkıntılı bir
hayata başladı. Bunca acıdan sonra Balkanların kaybedilmesinin ardından İstanbul’a ilk
geldiklerinde resmen sefaleti yaşamışlardı. Elimizdeki bilgilere göre, “Birinci Dünya
Savaşı’ndan sonra Selanik’te öldüğü” söylenen Ragıp Bey’in, bu göç olayından az önce vefat
etmiş olması gerekir. Çünkü, yaşıyorsa onun da aileyle birlikte İstanbul’a gelmesi gerekirdi.
Zübeyde hanım YARDIMSEVER bir kadındı. Akaretler’de otururken iki çeşmenin dört
senedir bozuk olması nedenei ile su sıkıntısı çeken mahallede çeşmeleri tamir ettirerek
Ramazan ayının birinci günü açılmasına katkı sağlamıştı. Darüşşafaka’ya giderek bir
miktar para bağışladığı da kayıtlardadır.
Zübeyde Hanım, İstanbul’da da Mustafa Kemal ile görüşmeye devam etti. Birinci Dünya
Savaşı’nda, Mustafa Kemal’in Çanakkale ve Suriye cephelerinde savaştığını duydu. Oğlunun
yaralandığını öğrendiğinde, onu görmek için Adana’ya gitti. Mustafa Kemal, annesinin
yanında iyileşti.
Samsun’a çıkışla birlikte başlayan günler Mustafa Kemal için olduğu gibi, annesi ve kardeşi
için de sıkıntılı, sancılı günler oldu. Bu arada oğlu Mustafa Kemal’in “öldüğü” asılsız haberini
duyan ve zaten hasta olan Zübeyde Hanım, iyice hastalandı, kısmen felç oldu.
Zübeyde Hanım, SEVGİ DOLU bir kadındı. Oğlu Mustafa Kemal’e çok düşkündü. Onunla sık
sık mektuplaşmış, onu ziyaret etmiş, onunla ilgilenmişti. Oğlunun kendisine verdiği
hediyeleri saklamış, onunla gurur duymuştur. Oğlu da annesine çok bağlıdr. Ona sık sık
hediyeler göndermiş, onun sağlığına dikkat etmiş, onunla vakit geçirmişti.
Zübeyde Hanım, oğlu Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’na başladığında, onu desteklemişti.
Ancak oğlunun tehlikede olduğunu da biliyordu. Bu yüzden, ona bir mektup yazmış ve şöyle
demişti: “Oğlum, seni bekledim. Gelmedin. Çaya gittiğini söylemiştin bana. Ama cepheye
gittiğini biliyorum. Senin için dua ettiğimi bilmeni isterim. Savaşı kazanmadan sakın gelme.
Ben senin annenim. Senin annen, senin vatanın için canını vermeye hazır. Sen de vatanın için
canını ver. Ama sakın yenilme. Yenilirsen, annenin yüreği parçalanır. Seni çok seviyorum,
oğlum.” Mustafa Kemal, annesinin bu mektubunu okuduğunda, onun fedakarlığına hayran
kalmış ve ona şöyle cevap vermişti: “Anneciğim, senin mektubunu aldım. Çok duygulandım.
Senin duaların benim en büyük gücüm. Sen merak etme, ben savaşı kazanacağım. Senin
oğlun, vatanın oğlu. Senin oğlun, milletin oğlu. Senin oğlun, Türk’ün oğlu. Senin oğlun, senin
oğlun. Seni çok seviyorum, anneciğim.”
Bu acılı, sıkıntılı ama umut dolu günler Milli Mücadele boyunca sürdü. Zübeyde Hanım’ın
hastalığı gün geçtikçe artıyordu. Annesinin kuşatma altındaki İstanbul’da kalması Mustafa
Kemal’i üzüyor, annesine ateş hattındayken bile mektuplar yazıyordu. Arkadaşları Zübeyde
Hanım’a yardım ediyor, bütün isteklerini yerine getiriyorlardı. Zübeyde Hanım’ın, ölmeden
oğlunu görme isteği ile oğlunun da bir an önce annesine kavuşma özlemi çektiği, karşılıklı
gönderilen telgraflarda görülmektedir.
Üç yıldır annesinden ayrı kalan Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nın sonlarına yaklaşıldığı bir
sırada annesini Ankara’ya getirmeye karar verdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve
Başkomutan idi. Yıl 1922, aylardan Haziran’dı. Kendisinden görüşme talebinde bulunan
Fransız yazarı Claude Farrére ile İzmit’te buluşacak, annesi de İstanbul’dan gelecekti. Atatürk
14 Haziran 1922’de Adapazarı’na geldi. Kendisinden bir gün önce gelen ve Askerlik Şubesi
Reisi Binbaşı Baha Bey’in evinde kalan Zübeyde Hanım ile burada buluştular ve o geceyi bu
evde geçirdiler. Anne ve oğul birlikte bir otomobil ile 24 Haziran I922’de saat 20 de Ankara’ya
dönmüşler, doğruca Çankaya Köşkü’ne gitmişlerdir.
Zübeyde Hanım,FEDAKAR bir kadındı; hayatı boyunca çocukları için büyük fedakârlıklar
yaptı. Oğlu Mustafa Kemal’in eğitimi için maddi ve manevi zorluklara göğüs germiş, onun
askeri ve siyasi kariyerini desteklemiş, onunla birlikte Selanik’ten İstanbul’a, sonra da
Ankara’ya göç etmiştir. Kızı Makbule’ye de her zaman sahip çıkmış, onun evlenmesine karşı
çıkmamıştır.Oğlunun hasretine vatan için katlanmıştır.
Köşkte Abdürrahim ve Ragıp Bey’in yeğeni olan Fikriye ile birlikte kalan Zübeyde Hanım’ın,
hastalığı da giderek artıyordu. Kısmi felç ve romatizmadan dolayı ağrıları artan Zübeyde
Hanım’a İzmir’in havasının iyi geleceği düşünülerek, İzmir’e gidip bir süre kalması için ikna
edildi. Bu seyahatin bir diğer amacı da Mustafa Kemal’in evliliği düşündüğü Latife Hanım’ı
Zübeyde Hanım ile tanıştırmaktı. Uygun bir kalacak yer bulmak için İzmir’e giden Başyaver
Salih (Bozok) Bey, Zübeyde Hanım için Latife Hanımların Karşıyaka’daki yazlık evlerini
hazırladı.
Buradayken hastalığı giderek artan Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923 günü vefat etti. 66
yaşındaydı. Batı Anadolu’da uzun süreli bir geziye çıkmak üzere 14 Ocak 1923 günü akşamı
özel treni ile Ankara’dan ayrılmış bulunan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 15 Ocak günü Eskişehir’e
gelmişti. Gün ağarmadan az önce Emir Eri Çavuş Ali’yi çağırmış, “Bir haber var mı?” diye
sormuş, “şifre geldi ama çözülmedi” diye cevap veren Ali Çavuş’a hüzünle bakan Mustafa
Kemal Paşa, “Annemin öldüğünü biliyorum.” Dedi. “Bir rüya gördüm, yeşil tarlalarda annemle
dolaşıyordum. Birden bir fırtına çıktı, anamı alıp götürdü.” Deşifre edilmiş telgraf eline
verildiği zaman okudu, gözlerini kapadı, bir an düşündü ve “İzmir’e gitmiyoruz. Treni İzmit’e
çevirsinler” dedi.
Aynı gün İzmir’deki Başyaver Salih Bozok’a şu telgrafı çekti: “…verdiğiniz elim haber, beni çok
müteessir etti. Merhumenin münasip bir tarzda merasim-i tedfiniyesini (uygun bir şekilde
cenaze törenini) ifa ettiriniz. Cenab-ı Hak, milletimize hayat ve selamet versin.”
Vatanını her şeyin önüne koyan Mustafa Kemal Atatürk, biricik annesinin cenaze törenine
katılamayarak 12 gün sonra kabir ziyaretini gerçekleştirdi. Ancak bunu ne keyfi için ne de
istemediği için yapmıştı. Bizlere “o satıh, bütün vatandır” emrini verirken kendisinin de bu
emre sadık kalıp vatan toprağının her ne olursa olsun terk olunmayacağını gösterdi.
Annesinin ölümünün ardından İzmir’in yeri Atatürk’ün kalbinde bambaşka bir yer almıştı. Millî
Mücadele’nin önemli bir simgesi haline gelen İzmir, şimdi de annesine kucağını açmış bir
vatandı onun için. Her ziyarete gelişinde mezara da ayrı ilgi ve alaka gösteren Atatürk, ilerleyen
zamanlarda mezarın annesine ait olduğunu gösteren bir taş koydurmuştur.
Halide Edip Adıvar Zübeyde Hanım’ın son zamanlarını şöyle anlatır: İhtiyar hanımın yüzü ince,
hareketli vücudu sıkılgan ifadesiyle Mustafa Kemal Paşa’nın aynıydı. Yetmiş yaşında olmakla
birlikte süt gibi beyaz, pembe cildinde tek bir buruşuk yoktu. Çok çabuk öfkelenir olmasına
karşın koyu mavi gözlerinde ve ağzında bir şefkat duyulurdu. Beyaz entarisi, ütülü mendilleri,
beyaz elleri büyükannemi hatırlatırdı. Tam Makedonyalı bir kadındı.” (Türk’ün Ateşle İmtihanı,
s. 220)
Zübeyde Hanım, GÜÇLÜ bir kadındı. Eşini ve çocuklarını erken yaşta kaybetmesine
rağmen, yılmamış, hayata tutunmuştur. Oğlunun savaşlarda yaralanmasına,
tutuklanmasına, sürgüne gönderilmesine tanık olmuş, ancak ona güvenmiş, onu
cesaretlendirmiştir. Cumhuriyetin kuruluşunda, oğlunun yanında yer almış, onun
başarılarını gururla izlemiştir.
Zübeyde Hanım, Türk tarihinde, oğlunun yanında, bir anne, bir kadın, bir mücadeleci olarak
yerini aldı. Onun hayatı, fedakarlık, sabır, cesaret ve sevgi dolu bir hayattı. Zübeyde Hanım’ı
Türk milletinin de annesi olarak saygı ve sevgiyle anıyoruz.