Ara
Close this search box.

HUZURSUZLUĞUN ROMANI: HUZUR AHMET HAMDİ TANPINAR


1949 yılında yayınlanan Huzur romanı, geçmişinden sıyrılıp yeni bir yaşam tarzıyla
tanışmış ancak ne eskiyi unutabilmiş ne de yenisine ayak uydurabilmiş bir toplumun psikolojik
ve sosyolojik romanıdır. Eser, dört karakterin ismini taşıyan (İhsan, Nuran, Suat ve Mümtaz)
dört bölümden oluşuyor.
1901 yılında dünyaya gelen Tanpınar, Cumhuriyetin ilk öğretmenlerindendir. Edebiyat,
siyaset ve tarihle uğraşmış, öğretmenlik, akademisyenlik ve milletvekilliği gibi çeşitli işlerde
çalışmıştır. Tüm bunların yanında ona en yakışan elbette yazarlığıdır. Saatleri Ayarlama
Enstitüsü, Mahur Beste, Huzur gibi romanların yanında Beş Şehir isimli deneme kitabı,
hikâyeleri, akademik çalışmaları ve şiirleri vardır. 1962 yılında öldüğünde, Sabahattin
Eyüpoğlu onun için şu satırları kaleme alıyor: “Şair Ahmet Hamdi Tanpınar öldü. O da şimdi
bir yaz denizi gibidir. O da şimdi ne içindedir zamanın, ne de büsbütün dışında: Yekpare, geniş
bir anın parçalanmaz akışında.”
Günümüzde hala canlılığını koruyan bir romandır Huzur. Peki ama neden? Bu soruya
iki koldan cevap verilmelidir. Biçim ve içerik. Biçimsel anlamda Tanpınar’ın bir roman diline
sahip oluşu ve bu dilin verdiği edebiyat hazzı. Şairlik kimliğinin de bunda etkisi büyüktür. İçerik
olarak da taşıdığı psikolojik ve sosyolojik tahliller önemlidir. Değişim ve dönüşüm içerisinde
olan bir toplumun yaşadığı bunalımı, Huzur ismiyle işi ironik bir boyuta taşıması, ayrıca iyi
romanların taşıdığı bir özelliktir. Milan Kundera, Perde isimli dene kitabında, roman sanatından
bahsederken bilgiden yoksun romanın ahlaki olmadığını yazıyordu. Yani roman sanatı, aslında
bir dil işçiliğinin yanında aynı zamanda insanı anlatma sanatıdır. Bu meselenin kökleri de
Aristoteles’in Poetika kuramına kadar dayanmaktadır.
Romanın İçeriği:
Radyoda ikinci dünya savaşı her an başladı başlayacak haberleri, daha çiçeği burnunda
genç bir cumhuriyet, yönünü Batıya dönmüş bir toplum ve mazisisırtta görünmez bir kambur…
Huzur, böyle bir ortamın romanıdır. Bu olgular; her kuşağı, içinde bulunduğu duruma
yabancılaştıran talihsiz bir döneme tekabül eder. Tanpınar’ın edebi dehasının ortaya çıktığı an
da burasıdır. Çünkü yaşananları görebilmiş ve en çarpıcı olanı da tüm bu durumların bireyin
ruhuna ne gibi etkilerinin olabileceği üzerinde durmuştur. Mehmet Kaplan bu konuda Huzur
romanı için şunları söylemektedir: “En büyük orijinalitesi ve değeri, aksiyonunda değil,
psikolojik muhtevasındadır.”
Huzur, doğal bir akışın romanıdır. Toplumu olduğu gibi okur. Dönemin tüm
olumsuzluklarının etkilediği bireyin huzursuzluğunun yansımasıdır. Mümtaz; okumuş, aydın,
edebiyatla ve müzikle ilgilenen entelektüel bir karakterdir. Nuran, dönemine göre açık fikirli ve
özgür düşünceli bir kadındır. Hal böyle olunca, sağlıklı bir ilişki yaşanılacağı düşünülüyor.
Ancak öyle olmuyor. Nuran, yeni yaşam tarzının göstergesi olarak balolara katılacağını
Mümtaz’a söylediğinde, aynı oranda modern bir karşılık alıyor. Gece olup Nuran baloya yol
aldığında, Mümtaz’ın içi içine sığamaz ve acaba bir erkekle dans ediyor mudur kuruntularıyla
uyku uyuyamaz. Sürekli bir eksiklik hissi kendisini hissettirir roman boyunca.
Kitabın, felsefi anlamda en önemli karakteri Suat’tır. Suat, tutunamamış, varoluşsal
problemleri en derin haliyle yaşayan ve hissizleşmiş bir karakterdir. Belki de o dönemin
entelektüel insanının en iyi aynasıdır. İç dünyası yoğun bir anlamsızlıkla dışa vuran Suat,
çekilmez ve anlaşılmaz bir adama dönüşüyor ve kısa bir süre sonra intihar ediyor. İntiharı başlı
başına çarpıcı bir sahnedir. Nurdan Gürbilek’in tespitine göre, Suat’ın klasik müzik eşliğinde
intihar etmesi, yaşadığı derin uçurumun göstergesidir. Dışarıdan her ne kadar modern görünse
de aslında iç dünyası geleneksel köklerinden kopmamıştır. Suat, orada intihar edip kurtulsa da
aynı derin yarayı taşıyan bireyler aynı huzursuzlukla hala yaşamlarını sürdürmektedirler.
Romanın konusunu burada bırakıp o dönemlere gittiğimizde şöyle bir manzara ile karşı
karşıya kalırız: Avrupa’da, pozitivizmin etkisiyle ortaya çıkmış sosyoloji bilimi, topluma ve
içinde yaşayan bireylere tıpkı fizik biliminin bir meseleye yaklaştığı gibi yaklaşıyor ve yaşamı
nicelik olarak araştırıp verileri o temelde ortaya koyuyordu. Dolayısıyla insanın ruhsal boyutu
ve ne yaşadığı konusunda herhangi bir sonuç elde edilmiyordu. Böyle bir bilim anlayışından
etkilenen Türkiye’deki akademi ve siyaset çevreleri topluma bu gözle bakıyor ve verileri anket
üzerinde almaya çalışıyorlardı. İşte böyle bir ortamda, böylesi derin psikolojik boşluğu Huzur
gibi romanların kapattığı kanaatindeyim. Kemal Karpat, bir toplumun tarihi anlaşılmak
isteniyorsa bu edebiyattan yoksun yapılamaz diyor bir yazısında.
Huzur romanı; kadınıyla, erkeğiyle, şehriyle bir dönem romanıdır. Bir aşk romanı
olmanın yanında Türkiye’nin yirminci yüzyılının ikinci çeyreğine odaklanmaktadır. Kitapta o
dönemin İstanbul’unun toplumsal yapısını, semtlerin fikir ve sınıfsal anlamda nasıl birbirinden
keskin çizgilerle ayrıldığını göstermektedir. Sonuç olarak Huzur romanı edebi zenginliğin
yanında sosyolojik ve psikolojik anlamda kendisini kanıtlamış edebiyatın nadide bir eseridir.
Yalçın Yoku

Facebook
Twitter
LinkedIn
WhatsApp

KATEGORİLER

ONLİNE DERGİ
EN ÇOK OKUNAN YAZILAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Subscribe to My Newsletter

Subscribe to my weekly newsletter. I don’t send any spam email ever!

Subscribe to My Newsletter

Subscribe to my weekly newsletter. I don’t send any spam email ever!