Bir fotoğrafa hapsolur bazen koca bir geçmiş, sen yine de gülümse “umdu” desinler.
Bir gün sosyal medyada paylaştığım bir fotoğrafım için yazmıştım bu sözü, gülümsüyordum ama bir yanıyla da hüzne yakın bir eda vardı yüzümde…
Düşün; geçmekte olan bir an var ve sen o anı, olayı, nesneyi, kişiyi o saniye hatta salisenin bir diliminde bir kareye hapsediyorsun ve öylece kala kalıyor yıllarca o son haliyle.
Bir romanı, bir hikâyeyi, şiiri okuyoruz peki hiçbir fotoğrafı okudunuz mu?
Evet bir fotoğrafı, öyle sayfa sayfa satır satır okudunuz mu?
Ben okudum. En çok da kendi fotoğraflarımı okudum, okurum; hatta önce açıp dakikalarca okurum, bazı yerlerin altını çizerim, önceden çizdiklerimi gözden geçiririm, bazılarını silerim sonra yüzümdeki izleri fark ederim o izlerin koyulduğu günleri. Bak şurada nasıl da gülmüşüm belki de dudağımla yanağımın arasındaki sevdiğim çizgi o günden bir hatıradır kim bilir bana derim…
Bir de sevdiğinin fotoğrafını okumak diye bir gerçeklik var. Ekranı büyütüp tüm ayrıntılarına bakmak.
Senin için artık bir önemi yoksa fotoğrafı büyütüp baktıkça aslında ne kadar da “küçük” olduğunun idrakına varır “yandığın” günlere yanarsın, bu ayrı konu…
Yapılan bir araştırma sonucuna göre sevdiğin kişinin fotoğrafına bakmak fiziksel ağrıları azaltıyormuş varın yan yana gelmeyi bizzat yüzüne bakmayı, onunla zaman geçirmeyi siz düşünün, nicedir şifası insana…
Bir tarihi vardır fotoğrafların kendi içinde, bir hayatı ve de…
Tek bir kare, elinize alıp baktığınız tek bir fotoğraf, hayatınızın bir döneminin özetini yaptırır size ya nemli gözlerle ya gülümseyerek…
İşte yıllar önce gülümseyerek poz verdiğiniz bir kişi yıllar sonra o fotoğrafa ağlayarak bakmanıza neden olmuş olabilir ya da biliyorum çok acı ama ölüm haberinizde kullanılacağını bilmeden gülümsersiniz çekindiğiniz son fotoğrafınızda…
Walter Benjamin “fotoğraf içinde bulunduğu zamandan ayrı düşebilir” der. Doğru ve hatta iyi ki de ayrı düşer yoksa bugüne adapte olamazdı insan.
Tabii ki bunlar biraz da düzeltme imkanımızın olmadığı zamanlara ait fikirler. Çekersiniz ve öylece o haliyle basılır. Son pozu çeker heyecanla gider yaptırırdık hani…
Zaten bence bir fotoğraf eğer basılı değilse fotoğraf da değildir aslında. Öyle şimdiki gibi üzerinde değişikliğin yapılmadığı zamanlar kendimizi çekemediğimiz o karede ölümsüzleşmek için başkasıyla ilişki kurduğumuz, minnetli olduğumuz, aynı zamanda yaşananların tekrarının olmadığını bildiğimiz için de zamanı doyasıya hissederek zihnimizi başka hiçbir şeye bölmeyerek orada kaybolduğumuz zamanlar; “af edersiniz acaba makinemi versem fotoğrafımızı çekebilir misiniz?”
Şimdi bir şey yaşarken kabul edelim ki öncelikli derdimiz, o mekânı görmek o anı yaşamak, derinden hissetmek değil. Fotoğrafını çekmek ardından hemen paylaşmak ve sonrasında da gelen bildirimlere, yorumlara odaklanmak. Bu andan sonra zaten fotoğraf artık sadece bizim değil herkesin.
Şairin dediği gibi:
“Dünya ki
Kocaman bir fotoğraf karesi,
Kanayan, bantlanan ve susan yaraların özeti”
Bütün bunlar geçen gün üniversite yıllarımdan kalma bir fotoğrafta, şimdilerde aynada rastlayamadığım bir gülüşümü görünce geldi aklıma.
Kim bilir belki gülüşler de eskiyor zamanla…
- sahsenem.parlak