Kaç okyanus uzaklaştı akılla kalp birbirinden? Yalpalanıyoruz
bildiğin!
Yaşadığımız dünyaya adapte olmakta, ruh sağlığımızı korumakta fena halde zorlanıyoruz. Birileri bize bunca kederin, anormalliğin, vicdansızlığın gerçek olmadığını söylesin de ertesi güne uyanmaya azıcık hevesimiz kalsın istiyoruz.
Uzun zamandır kötücül insanların canlının her türüne yaptığı eziyetleri izliyoruz. Ve ne yazık ki izledikçe, gördükçe, şahit oldukça da umutsuzluğa karamsarlığa kapılıyoruz. Boşluğa yol alıyoruz, öyle dipsiz, uçsuz bucaksız bir boşluk!
“Vahşeti izlemek onu olağanlaştırmak her ayrıntısının görselini ve bilgisini milyonlarca kez paylaşmak bu “iğrençliği” azaltmıyor.”
Bugüne kadar şiddete farkındalık oluşturma amacıyla yola çıktığını söyleyen hiçbir dizinin şiddeti önlediğini duymadım bilakis içinde bu tür duygular barındıranlara örnek bile teşkil ediyor. “Biz” den “biz” gibi olan her şeyden, kalbimizden, kıyamayışlarımızdan, merhametimizden kilometrelerce ayrı düştük. Böylece anormal olan her şey günlük, sıradan bir olaymış gibi gelmeye başladı bize.
Yas yok,
Elem yok,
Ötekinin yasına saygı yok,
Hoşgörü yok,
“Beni sevmeyen ölsün!
Değerler yok…
Benden ayrıldıysan mutlu olmaya hakkın yok…
Bakın artık hiçbir şey yok!
Kötülük var, vicdansızlık, “ahlaksızlık”,
acımasızlık, vefasızlık bir de…
Sartre’ın “İnsan insanın cehennemidir” sözünü ilk duyduğumda bu adam da ne karamsar vallahi insanı, insana küstürür demiştim.
Buyrun;
Küstü mü insan insana?
Kötülük giderek güçlendi. İyi şeyler giderek azaldı. Şahit olacağımız, ibret alacağımız, bize örnek teşkil edecek bir “iyi hâl” kalmadı artık. Herkes bi parça “delirdi” zira normal akılla yaşama devam etmek de zorlaştı…
Kalp insanca atmıyor, orada hep bildiğimiz yerinde ama artık yalnızca bir organ. Mide gibi böbrek gibi işte!
Dünya artık bir yazarın dediği gibi “ yaralı ve ürkek kalpler mekânı”
Eski Mısırlılar’da mumyalama işlemi sırasında tüm organları çıkarırken kalbi yerine bırakırlarmış. Çünkü kalp onların inanışına göre ruhun ve duygunun tahtıymış.
İşin ilmini okumuş uzmanlar da “Ahlak beyne programlıdır, ona içkindir” derler.
Okuduğum çoğu felsefi metin ve kadim öğretiler konuyu başka başka yollardan anlatsa da özünde hep ahlaklı, kendisinin bilincinde olan, hayatın anlamını kavramaya çalışan yüzü iyiliğe dönük insan tanımı yapıyor.
Yüzü iyiliğe dönük!
Bir dünya aldatmasına kandık. Hakiki olan tüm şeylerden uzaklaştık. Zenginlik, ün, aksiyon, renkli hayatlar, olmadığın gibi sunma derdi kendini.
Tüm bunlara değiştik işte ERDEMİ!
Gözümüz kötüyü görmeye, kulağımız kötüyü duymaya öylesine alıştı ki artık bir şeylerin düzeleceğine inancımızı topluca kaybettik.
Son zamanlarda herkes bir anlam arayışında sözüm ona, herkes şifacı, herkes hayatın şifresini çözmeye çalışıyor ama bir yanıyla da hepimiz bir kurtarıcı peşindeyiz.
Hem her gün vahşet haberleri izliyoruz.
Bir taraftan yeni nesil gümbür gümbür geliyor diyoruz. Bir yanıyla da onlara huzurla yaşayacakları bir dünya bırakmıyoruz.
Bu da içimizde yeşermekte olan umutları her geçen gün öldürüyor.
Ve çizilen bu karanlık resim her şeyin iyi olacağına dair inancımızı tümüyle yok ediyor.
Neredeyse her gün öldürülen daha doğrusu katledilen bir insanın ailesinin çığlıkları yankılanıyor günlerce kulaklarımızda.
Bir filmde izlemiştim çok uzun yıllar önce. Anne çocuğuna “Dünyada iyiler de kötüler de var ve hayatın boyunca böylesi yol ayrımların da olacak ama seçimlerin seni sen yapacak. Kendine doğru gittiğin bu yolda, seçimlerin hep iyi olsun” gibi bir şeyler söylüyordu.
Çoğumuzun kalmadı buna inancı. Hani biz yine de zor günlerde kenetlenen bir milletiz deriz ya hep.
Askıda ekmek, askıda defter, askıda silgi..
Bu da ayrı bir üzüntü zaten bir yanıyla…
İçimizde hâlâ ümit var olanlar varsa kaldıysa “ hayat dükkanına” girdiğinde benim için 3-5 tane “ASKIDA UMUT” yazdırabilir mi?
Bi ara geçerken uğrar, alırım…
- sahsenem.parlak